Freitag, 30. Oktober 2009

Liebe ist ein ICH, das ein DU sucht, um ein WIR zu werden.

-Die Liebe ist der Blick der Seele.

-Lohnt sich das?" fragt der Kopf. "Nein", sagt das Herz. "Aber es tut gut.

-Gleichgültigkeit, nicht Hass, ist der schlimmste Feind der Liebe.

und so weiter und so weiter..........

Donnerstag, 22. Oktober 2009

AŞKIN RENKLERİ

Aşkın her rengi geçiyordu art arda.Hepsi gerçekti.Ama en gerçek olan bembeyazdı...Her renkten almıştı içine,hepsini katmıştı kendine ta ki tamamen yok olana kadar.Tüm renklerin içinde kendi rengi...aldı hepsini, sevgiyle açtığı yüreğine kattı hepsini birbirine,Ve sonunda hepsi yokoldu birbirinin içinde ve o yokluktan çıktı derin saflık tüm renkler birleşti ve tek bir renk oldu aşkın derinliklerinde...Beyaz bembeyaz bir aşk oldu coşkuyla koştu tüm renklerin önünde Aşkla sarıldı ve yol açtı her bir renge...Ve sonunda unuttu aslını, neydi asıl rengi bilemedi...Bilmek te istemedi.Biliyordu ki aslında asıl rengi tüm renklerdi, ve hepsi birlikte olunca beyazdı o...Bir renk gelmese, katılmasa eksik kalırdı, olamazdı beyazın en safı en yoğunu...Çağladı, coştu yüreği...Kana kana beyaz beyaz...

Not. Asklarinizi Renkli tutun :)
AsK ile ReNgLeR ile....

Montag, 5. Oktober 2009

Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…
Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek…

(Iskender Pala)

Not. Ask yoluna düsen Asiklarin Askları daim olsun Vuslata ermek dilegiyle....